Sude
New member
[color=]Haylaz Çocuk Nedir?[/color]
Bir gün mahallede oturmuş çay içerken, gözüm köşe başında top koşturan ufaklığa takıldı. Saçları darmadağınık, yüzü çamur içinde, gözlerindeki parıltı ise bambaşka… Komşulardan biri fısıldadı: “Tam bir haylaz çocuk işte!” O an düşündüm: Haylazlık gerçekten sadece yaramazlık mı, yoksa bir merak, bir özgürlük arayışı mı? İşte size bu sorunun cevabını, küçük bir hikâye üzerinden anlatmak istiyorum.
---
[color=]Mahallenin Haylazı Ali[/color]
Ali, bizim mahallenin en bilinen çocuğuydu. Sabahları annesinin elinden kurtulur, ayakkabısını yarım yamalak bağlayarak sokağa fırlardı. Bakkalın önünden geçerken sakız çalar, kedilerin kuyruğunu çeker, topu komşunun bahçesine atıp ardından kahkahayla kaçardı.
Mahalledeki büyükler “Bu çocuk adam olmaz” diye söylenirdi. Ama biz çocuklar için Ali’nin haylazlığı, hayatın eğlencesi demekti. Çünkü onunla oynarken sıradan günler maceraya dönüşürdü.
Peki gerçekten haylazlık, sadece kuralları bozmak mıydı? Yoksa biraz da hayatı doyasıya yaşama cesareti miydi?
---
[color=]Bir Oyun, Bir Kriz[/color]
Bir gün Ali, mahallenin boş arsasında “kale” diye adlandırdığı tahta yığınlarının üstüne çıktı. Elinde sopayla bağırıyordu:
— “Burası artık benim krallığım!”
Biz çocuklar kahkahalarla alkışlarken, küçük bir kız, Elif, ürkek bir şekilde yaklaştı. Elif annesinden öğrendiği empatiyle Ali’ye sordu:
— “Ali, hep sen kral oluyorsun, biz ne olacağız?”
Ali hiç düşünmeden cevapladı:
— “Siz de benim askerlerim!”
İşte o anda tartışma başladı. Çocuklar ikiye bölündü: Bir kısmı Ali’nin peşinden gitmek istiyordu, diğer kısmı ise Elif’in itirazına hak veriyordu. Mahallede küçük bir kriz doğmuştu.
---
[color=]Erkeklerin Stratejik Tavrı[/color]
Tam o sırada aramızda biraz daha büyük olan Kerem devreye girdi. Kerem, mahallenin “akıllısı” diye bilinen bir çocuktu. Ali’nin haylazlığını dizginlemek için stratejik bir plan yaptı:
— “Tamam Ali, sen kral olabilirsin. Ama herkesin görevi olsun. Kale savunmasını paylaşalım. Sen tek başına başaramazsın.”
Kerem’in çözüm odaklı yaklaşımı, tartışmayı yatıştırdı. Erkeklerin bu stratejik tavrı, haylazlığın ortaya çıkardığı kaosu kontrol altına alıyordu. Bir bakıma, Ali’nin sınırsız enerjisine düzen getiren şey, Kerem’in planlı aklı oldu.
Burada sorulacak soru şu:
- Sizce haylazlığın enerjisini yönlendirmek için her zaman stratejik çözümler mi gerekir?
---
[color=]Kadınların Empatik Yaklaşımı[/color]
Ama kriz tamamen bitmiş sayılmazdı. Çünkü Elif, hâlâ kendisini geri planda hissediyordu. O sırada mahallenin biraz daha büyüğü olan Ayşe devreye girdi. Ayşe’nin sakin ve empatik bir tarzı vardı. Elif’in yanına gidip ona sarıldı:
— “Bence herkes eşit olmalı. Ali kral olabilir, ama sen de vezir ol. Hem Ali’nin çok ihtiyacı olur sana.”
Elif’in yüzü gülümsedi. Çünkü Ayşe onun duygularını anlamış, ona değer vermişti. Kadınların ilişkisel ve empati merkezli yaklaşımı, haylazlığın yarattığı dışlanma duygusunu yumuşatmıştı.
Peki burada şunu sormak gerekir:
- Sizce çocukların oyunlarındaki bu empatik denge, yetişkinlerin hayatındaki çatışmaları çözmede de işe yarar mı?
---
[color=]Haylazlık mı, Özgürlük mü?[/color]
Ali’nin haylazlığı aslında sadece yaramazlık değildi. O, kendine özgü bir dünyayı inşa ediyordu. Kuralları reddediyor, kendi sınırlarını çiziyordu. Belki de toplumun gözünde “haylazlık” olan şey, çocuğun özgürlük arayışından başka bir şey değildi.
Ama bu özgürlük, strateji olmadan kaosa, empati olmadan yalnızlığa dönüşüyordu. Erkeklerin stratejik aklı ve kadınların empatik yüreği birleştiğinde, haylazlığın enerjisi bile değerli bir oyuna dönüşüyordu.
---
[color=]Mahalledeki Ders[/color]
Akşam olduğunda anneler çocuklarını eve çağırdı. Ali, hala kir pas içinde ama yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Çünkü o gün, hem kral olmuş hem de arkadaşlarını kaybetmemişti. Bunun sebebi ise sadece onun inadı değil, Kerem’in stratejik planları ve Ayşe’nin empatik yaklaşımıydı.
Mahalledeki oyun bize büyük bir ders vermişti:
- Haylazlık, kontrol altına alındığında yaratıcılığa dönüşür.
- Strateji ve çözüm odaklılık, düzeni sağlar.
- Empati ve ilişkisel bakış açısı ise birliğin ve paylaşımın temelidir.
---
[color=]Son Söz: Haylaz Çocuk Biz Miyiz?[/color]
Şimdi dönüp kendimize bakmalıyız. Hepimizin içinde biraz “haylaz çocuk” yok mu? Kuralları yıkmak, macera aramak, hayatı daha farklı yaşamak istemiyor muyuz? Ama bu haylazlık bazen başkalarını zorluyor, bazen de bizi çıkmaza sürüklüyor.
İşte o yüzden soruyorum:
- Sizce haylazlık, insanın içindeki yaratıcılığın işareti mi, yoksa düzeni bozan bir yaramazlık mı?
- Erkeklerin stratejik yönüyle kadınların empatik yaklaşımı birleştiğinde, haylazlık hayatımızı daha anlamlı hale getirebilir mi?
Gelgelelim, Ali’nin hikâyesi bize bir şeyi gösterdi: Haylaz çocuk, aslında hepimizin içinde yaşayan, özgürlük isteyen o küçük ses. Önemli olan, bu sesi susturmak değil; ona doğru yönü gösterebilmek.
Hadi forum dostları, siz de kendi içinizdeki haylaz çocuğu anlatın. Bakalım kimin haylazlığı hangi maceralara kapı aralamış?
Bir gün mahallede oturmuş çay içerken, gözüm köşe başında top koşturan ufaklığa takıldı. Saçları darmadağınık, yüzü çamur içinde, gözlerindeki parıltı ise bambaşka… Komşulardan biri fısıldadı: “Tam bir haylaz çocuk işte!” O an düşündüm: Haylazlık gerçekten sadece yaramazlık mı, yoksa bir merak, bir özgürlük arayışı mı? İşte size bu sorunun cevabını, küçük bir hikâye üzerinden anlatmak istiyorum.
---
[color=]Mahallenin Haylazı Ali[/color]
Ali, bizim mahallenin en bilinen çocuğuydu. Sabahları annesinin elinden kurtulur, ayakkabısını yarım yamalak bağlayarak sokağa fırlardı. Bakkalın önünden geçerken sakız çalar, kedilerin kuyruğunu çeker, topu komşunun bahçesine atıp ardından kahkahayla kaçardı.
Mahalledeki büyükler “Bu çocuk adam olmaz” diye söylenirdi. Ama biz çocuklar için Ali’nin haylazlığı, hayatın eğlencesi demekti. Çünkü onunla oynarken sıradan günler maceraya dönüşürdü.
Peki gerçekten haylazlık, sadece kuralları bozmak mıydı? Yoksa biraz da hayatı doyasıya yaşama cesareti miydi?
---
[color=]Bir Oyun, Bir Kriz[/color]
Bir gün Ali, mahallenin boş arsasında “kale” diye adlandırdığı tahta yığınlarının üstüne çıktı. Elinde sopayla bağırıyordu:
— “Burası artık benim krallığım!”
Biz çocuklar kahkahalarla alkışlarken, küçük bir kız, Elif, ürkek bir şekilde yaklaştı. Elif annesinden öğrendiği empatiyle Ali’ye sordu:
— “Ali, hep sen kral oluyorsun, biz ne olacağız?”
Ali hiç düşünmeden cevapladı:
— “Siz de benim askerlerim!”
İşte o anda tartışma başladı. Çocuklar ikiye bölündü: Bir kısmı Ali’nin peşinden gitmek istiyordu, diğer kısmı ise Elif’in itirazına hak veriyordu. Mahallede küçük bir kriz doğmuştu.
---
[color=]Erkeklerin Stratejik Tavrı[/color]
Tam o sırada aramızda biraz daha büyük olan Kerem devreye girdi. Kerem, mahallenin “akıllısı” diye bilinen bir çocuktu. Ali’nin haylazlığını dizginlemek için stratejik bir plan yaptı:
— “Tamam Ali, sen kral olabilirsin. Ama herkesin görevi olsun. Kale savunmasını paylaşalım. Sen tek başına başaramazsın.”
Kerem’in çözüm odaklı yaklaşımı, tartışmayı yatıştırdı. Erkeklerin bu stratejik tavrı, haylazlığın ortaya çıkardığı kaosu kontrol altına alıyordu. Bir bakıma, Ali’nin sınırsız enerjisine düzen getiren şey, Kerem’in planlı aklı oldu.
Burada sorulacak soru şu:
- Sizce haylazlığın enerjisini yönlendirmek için her zaman stratejik çözümler mi gerekir?
---
[color=]Kadınların Empatik Yaklaşımı[/color]
Ama kriz tamamen bitmiş sayılmazdı. Çünkü Elif, hâlâ kendisini geri planda hissediyordu. O sırada mahallenin biraz daha büyüğü olan Ayşe devreye girdi. Ayşe’nin sakin ve empatik bir tarzı vardı. Elif’in yanına gidip ona sarıldı:
— “Bence herkes eşit olmalı. Ali kral olabilir, ama sen de vezir ol. Hem Ali’nin çok ihtiyacı olur sana.”
Elif’in yüzü gülümsedi. Çünkü Ayşe onun duygularını anlamış, ona değer vermişti. Kadınların ilişkisel ve empati merkezli yaklaşımı, haylazlığın yarattığı dışlanma duygusunu yumuşatmıştı.
Peki burada şunu sormak gerekir:
- Sizce çocukların oyunlarındaki bu empatik denge, yetişkinlerin hayatındaki çatışmaları çözmede de işe yarar mı?
---
[color=]Haylazlık mı, Özgürlük mü?[/color]
Ali’nin haylazlığı aslında sadece yaramazlık değildi. O, kendine özgü bir dünyayı inşa ediyordu. Kuralları reddediyor, kendi sınırlarını çiziyordu. Belki de toplumun gözünde “haylazlık” olan şey, çocuğun özgürlük arayışından başka bir şey değildi.
Ama bu özgürlük, strateji olmadan kaosa, empati olmadan yalnızlığa dönüşüyordu. Erkeklerin stratejik aklı ve kadınların empatik yüreği birleştiğinde, haylazlığın enerjisi bile değerli bir oyuna dönüşüyordu.
---
[color=]Mahalledeki Ders[/color]
Akşam olduğunda anneler çocuklarını eve çağırdı. Ali, hala kir pas içinde ama yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Çünkü o gün, hem kral olmuş hem de arkadaşlarını kaybetmemişti. Bunun sebebi ise sadece onun inadı değil, Kerem’in stratejik planları ve Ayşe’nin empatik yaklaşımıydı.
Mahalledeki oyun bize büyük bir ders vermişti:
- Haylazlık, kontrol altına alındığında yaratıcılığa dönüşür.
- Strateji ve çözüm odaklılık, düzeni sağlar.
- Empati ve ilişkisel bakış açısı ise birliğin ve paylaşımın temelidir.
---
[color=]Son Söz: Haylaz Çocuk Biz Miyiz?[/color]
Şimdi dönüp kendimize bakmalıyız. Hepimizin içinde biraz “haylaz çocuk” yok mu? Kuralları yıkmak, macera aramak, hayatı daha farklı yaşamak istemiyor muyuz? Ama bu haylazlık bazen başkalarını zorluyor, bazen de bizi çıkmaza sürüklüyor.
İşte o yüzden soruyorum:
- Sizce haylazlık, insanın içindeki yaratıcılığın işareti mi, yoksa düzeni bozan bir yaramazlık mı?
- Erkeklerin stratejik yönüyle kadınların empatik yaklaşımı birleştiğinde, haylazlık hayatımızı daha anlamlı hale getirebilir mi?
Gelgelelim, Ali’nin hikâyesi bize bir şeyi gösterdi: Haylaz çocuk, aslında hepimizin içinde yaşayan, özgürlük isteyen o küçük ses. Önemli olan, bu sesi susturmak değil; ona doğru yönü gösterebilmek.
Hadi forum dostları, siz de kendi içinizdeki haylaz çocuğu anlatın. Bakalım kimin haylazlığı hangi maceralara kapı aralamış?